SMF’li dostlarımıza; devlet savunucularıyla nereye? (Mehmet Güneş / Komün Dergi)
Son söz olarak SMF’li dostlarımıza şunu hatırlatmak istiyoruz; MLM çizgisi veya MLM’nin yolu Kadıköy’den geçmez, TC savunucusu sosyal şovenlerle ittifaktan hiç geçmez.
Marksizm eleştirel düşüncedir, eleştiri olmadan Marksizmden söz edilemez. Eleştiri, yanlış olabilir, sert ve kırıcı olabilir hatta muhatabını yerden yere vurmaktan kaçınmayabilir, bütün bunlar kabulümüzdür: Dr. Kıvılcımlı’nın dediği gibi “muhallebi yapmıyoruz, devrim için savaşıyoruz.” Yanlışla tartışılır ama yalan, iftira ve çamur atma, demagojiye girer; demagoji, sınıf düşmanlarımızın silahıdır, asla devrimci harekette kullanılamaz. Oportünizm, tasfiyecilik ve her türlü sapma, komünist harekete içkindir ve devrimci eleştiri, bütün bunlarla mücadele için vardır. Demagoji, bütün bunların dışında, devrimci ve komünist hareketten uzak tutulması gereken tehlikeli bir virüstür.
Lenin, uvriyeristlerle tartışmasında onları demagoglukla suçlar ve “Demagogların işçi sınıfının en kötü düşmanı olduklarını usanmadan yineleyeceğim. En kötü düşmanıdırlar, çünkü, yığınlarda en bayağı içgüdüleri uyandırırlar” diye yazar. Bu eleştiriyi, ilk okuduğumda ve sonrasında, bir dönem çok ağır bir suçlama diye düşünmüştüm, zaman geçtikçe ne kadar haklı ve yerinde bir tespit olduğunu yaşayarak kavradım.
Özal’ın 12 Eylül faşizmini demokrasi şalıyla süslemek için harekete geçtiği ortamı fırsat bilip SİP olan adını, Özal icazetiyle “TKP” yapan çevre; sol içinde tam adıyla bir demagoglar topluluğu, “işçi sınıfının en sinsi düşmanlarıdır.” Bu demagoglar topluluğu, aynı zamanda tam olarak 12 Eylül’ün ürünüdür; bu birilerinin ortaya attığı boş bir iddia değil bu çevrenin gerçeğinin kendisidir.
1980 yılı başlarında zamanın TİP’inden Troçkizm eleştirisiyle tasfiye edilenler; Sosyalist İktidar dergisi olarak siyaset sahnesine çıktılar. Kendileri de kuruluş dönemlerini 1980 yılından başlatıyor. Kısa bir zaman sonra, faşist Evren cuntası iktidara el koydu. Başta işçi sınıfı, Kürtler, Aleviler, gençlik, kadınlar, aydınlar olmak üzere tüm toplum üzerinde acımasız bir baskı ve terör uygulandı. Tüm kitle örgütleri kapatıldı ve tüm muhalif devrimci, demokrat, komünist güçler kitlesel olarak zindanlara dolduruldu. İlgili ilgisiz, örgütlü örgütsüz tüm kişi ve kurumlar üzerinde bir sürek avı, kesintisiz devam ederken, azgın 12 Eylül terörü bu çevreye hiç dokunmadı. 12 Eylül, her devrimci eğilimin gölgesini yok ederken bunlara tek bir fiske bile vurmadı. Bütün devrimci eğilimleri işkence, terör, zindanlarla boğarken kendiliğinden bu çevrenin önünü açtı, rahat rahar komünistçilik oynadılar.
Bu bizim iddiamız değil, tüm muhalefeti dümdüz edip ezip geçen 12 Eylül faşizminin, kendilerine dokunmadığını kendileri yayınlarında yazıyorlar. Kemal Okuyan pervasızca kendileri dışında tüm devrimci direnişçi güçleri itibarsızlaştırarak “yancılık”la suçluyor. Ama bunu yazarken bilinçli veya bilinçsiz, kendilerinin 12 Eylül mamulatı olduklarını açık ediyor. Gerçekler inatçıdır dile gelir, kaleme yapışır ve söyletir. K. Okuyan solu eleştiriyor, bakın neler diyor: “Sonuç “sosyalizm”siz bir solculuktu. Boyundan büyük işlere kalkışmamaya karar verenler, bu kez ve ne yazık ki büyük işlerin cüce aktörleri olmayı benimsiyorlardı. Kendilerine ait olmayan, olmaması gereken bir dünyada değnekçilik, artçılık, yancılık, çığırtkanlık, bezirganlık…” Alalım bu ölçüleri ve herkesin boyunu ölçelim. Devrimci komünist hareket için “12 Eylül’de direnildi, sonra yancılaştı” diyor. Yancılaşan kim? Direnenler. 12 Eylül’de ‘direnenler için’ üçüncü çoğul şahıslardan bahsediyor. Peki siz neredeydiniz? Bu 12 Eylül size dokunmadı mı? Herkese dokundu, milyonlara kan kusturdu, acep size niye dokunmadı? Kendiniz yazıyorsunuz. Direndik demiyor, direnen başkalarından bahsediyorsunuz. 12 Eylül’de direnildi doğru, ama siz direnmediniz ve konforlu hayatlarınıza devam ettiniz. Bu tarihte hep yaşanan bir olaydır, direnenler ezilirken eyyamcılar sahneye çıkar, yaşam boşluk tanımaz, boş alan “makul” muhaliflerle, sizin tabirinizle “yancılarla” doldurulur. 12 Eylül olmasa olmayacaktınız, siz ve partiniz sola, 12 Eylül’ün armağanısınız. Büyük küçük her devrimcinin, 12 Eylül’e hayır diyen ve deme ihtimali olan her odağın üzerine gittiler, her direnç odağını kanla ve terörle bastırdı ya imha etti veya zindanlara doldurdular. Bu herkesin gölgesine kurşun sıkan 12 Eylül, size hiç dokunmadı?
Kuruluşlarını 1980 yılından başlattıklarına göre 44 yıldır suret-i haktan komünist geçinen bu çevre sistemle, yani faşizmle hiçbir sorun yaşamamıştır. Kimse bu çevrenin faşizm ve devletle karşı karşıya geldiği bir olay, bir eylem gösteremez ama tüm komünist ve devrimci güçlere karşı yüksek perdeden demagojik saldırıları kesintisiz devam etti.
Türkiye’de yaşıyoruz, 40 yıldır sınırların içinde, uzun bir dönemdir de sınırların dışında savaşın sürdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Savaş, Kürt tarafından Türkiye tarafına yayılmaya başladıkça, bu kesimlerdeki ideolojik çarpılma, gittikçe derinleşmekte ve etrafa bulaşmakta, yayıldığı alanları çürütmektedir. Bu bulanık havada, maalesef sol adına en çok demagogların ve kaçış eğilimlerinin sesi çıkıyor ve bizim cephe, bu tür saldırıların çürütücü etkisine karşı kör durumda.
Saraydan dayatılan ve büyük kısmı Kürtler üzerinde uygulanan savaş, terör ve dehşet manzaraları bilinçleri allak bullak ediyor. Bugün yaşananlara hangi gözle, kimin gözlüğüyle baktığımız önemli. Kürtler üzerinden tüm emekçi kesimlere karşı sürdürülen kanlı bir savaş var. Askeri birlikler, özel timler, bombardıman uçakları, tanklar ve top atışlarıyla sürdürülüyor. Silahlarla bombalarla sürdürülen savaştan daha sert, daha acımasız; ideolojik ve politik propaganda savaşı, psikolojik harp sürdürülüyor.
Savaş, karşı güçlerin her alanda iradesini kırma işidir. Devletler bu işi çok iyi bilirler ve psikolojik savaşı daha öne alarak, buradan çok sert saldırırlar. Bilinçleri ve iradeleri dağıtılanlar direnemez. Onun için bugün, en çok buraya vuruyorlar. Hem en acımasız canilikleri yapıyorlar hem de direnenleri şeytanlaştırmak ve sokağa çıkamaz hale getirmek istiyorlar. Saldırılarını her yana yayarak, hakim kılmak istiyorlar. Toplumun her kesiminden örgütlü, örgütsüz bu koroya tümen tümen katılanlar var. Ta içimize kadar sokulmak, içimizden birilerine de kendi söylediklerini sol jargonla tekrar ettirmek istiyorlar. İdeolojik savaşta, sol görünümlü birilerini kendi saflarına katmak ve sol içinde böylesi bir alan açmak için çalışıyorlar. Bunda çok başarısız oldukları söylenemez. Solda da bilinçli, bilinçsiz burjuva, gerici hatta faşist dedikleriyle aynı yerden bakan ve konuşan kesimler var. Bunların başında “TKP” harflerini rumuz olarak kullanan demagoglar topluluğu geliyor.
Burası, savaşın kendisi kadar, hatta savaştan önce ve daha önemli olarak, çok sağlam durmamız gereken mevzimizdir. Faşist devlet, dev medya ahtapotuyla, en büyük ve en alçakça bombalarını buraya atıyor. Bulduğu her fırsatı değerlendiriyor, açığımızı kolluyor ve ideolojik olarak çökertmek için bastırıyor. Burada gerilersek her yerde gerileriz. Daha savaşa çıkmadan, direnme gücümüzü kaybederiz. Faşizme karşı mücadele, her yerde kalleşliklere, tuzaklara ve öncelikle faşist demagojiye karşı mücadeledir.
Ciddi bir savaşa hazırlanmak için mevzilerimizi korumayı öğrenmeliyiz. Saldırı dönemlerinde içeriden vuruşlar, düşman cephesinden yapılan saldırılardan daha tehlikelidir. Saflarımızda panik ve korkuyu yayarak sallantılı unsurları çökertir ve çevre ilişkilerimizi dağıtarak kitlelerden tecrit olmamıza yol açarlar. Asıl olarak güvensizlik ve şüpheyi büyüterek saflarımızı çürütürler.
Faşist Erdoğan ve TC devletinin, muhalif herkesi “ya bizden yanasın ya düşmansın” diye ilan ettiği bir dönemde adında komünist(!) kelimesi bulunan bu çevre, tam da Erdoğan’ın çağrısıyla aynı zamanda, aynı biçimde ve aynı tonda tüm sola ve devrimcilere, PKK’den ve Kürt halk direnişinden uzak durun, çağrısını yaptı ve yapmaya devam ediyor. Bugün ateş altında, içeride düşmanın imha saldırılarının azgınlaştığı ve bizim devrimci hareket olarak zayıf olduğumuz bir dönemde, antifaşist cepheyi içten çökertmeyi hedefleyen faaliyetlere tahammül edemeyiz. Düşmanla savaşta önce kendi cephemizi baştan ayağa diri ve sağlam tutmak zorundayız.
Diğer yandan şu yalın gerçeği de faşist iktidar ve Kürt halkının üzerine her gün yağdırılan bombalara seyirci kalanlar unutmamalı: Sen, devlet gücüyle aylarca şehirleri kuşatır; uçak, tank ve top ateşiyle yerle bir eder; nerede gerilla varsa orada modern öldürme araçları yanında kimyasal silahlarla bedenleri yakıp kavurursan karşılığını fazlasıyla alırsın. Burada şehirler yakılıp yıkılırken susup, Türkiye metropollerinde bombalar patlayınca bağıranlar; bombalarla öldürmelere karşı değildir, çünkü onlar bombalarda bile milliyetçidirler. Türk kimyasal ve seyreltilmiş nükleer bombalarına sessiz kalarak evet deyip, Kürt bombasına feveran edenler iki yüzlüdür.
Sömürgeci faşist devletin son yıllarda kimyasal ve seyreltilmiş nükleer bombalar kullanarak işlediği katliamlara ve savaş suçlarına gıkını çıkarmayan “TKP”, Kürt gerillasının tüm bu saldırılara direnmenin yanı sıra sömürgeci orduya etkili darbeler vurmaya başlamasıyla, bir açıklama yayınlayarak, şimdiye kadar koruduğu yüzündeki peçeyi sıyararak, kendi safını ve cephesini açık ilan etti. Bu açıklama tam olarak sosyal şovenizmin manifestosudur. Bu açıklamanın özü özeti; Türkiye devrimci güçlerini ve Kürt özgürlük hareketini “Türkiye düşmanı”, kendilerini de yeminli devlet savunucusu ilan etmesidir. Bir anlamda, tüm düzen ve devlet yıkıcılarına karşı savaş ilanıdır. Bu ne sonuç doğurur; Hani sormuşlar adın ne, mülayim, “sert olsan ne yazar”; “ateş olsalar cürmü kadar yer yakarlar.”
“TKP” adına yapılan açıklama şovenist bir manifesto olmanın yanında baştan aşağı çelişkiler ve demagojik yalanlarla doludur. Açıklama, kendince düzen eleştirisiyle başlıyor. Bilinen jargonlarıyla TC’nin iç ve dış saldırılarını geveleyip asıl hedefini açıklıyor: “Bugün PKK; siyasal stratejisi, hedefleri, müttefikleri ve yöntemleri itibariyle sorgulanmalı ve mahkum edilmelidir.” Ne zaman olumlu bir cümle kurdunuz da “bugün” mahkum ediyorsunuz?
Devam ediyorlar: “TKP” bu doğrultuda sözünü söyleyecek, halkımızı ve ülkemizi tehdit eden yıkım ekibinin parçası olmayacaktır. Bizim yıkmamız gereken bu çürümüş sömürü düzenidir”. Düzen yıkmayı bir tarafa bırakalım, ne zaman bir cam kırdınız? Bu soru bir yana, kendileri yıkmak istediklerinde sistem “çürümüş sömürü düzeni” oluyor. Sanki devrimciler ayda başka bir düzen veya devleti yıkma peşindeler, yıktırmayız diye efeleniyorlar. Yüksek perdeden söz olarak, çürümüş düzeni yıkacağız, diyorlar. Aynı çürümüş düzeni başkaları yıkmak için gerçekten güçleri oranında harekete geçtiğinde “yıkım ekibi” “karanlık odakların” piyonları ilan ediyorlar. Hokkabazlığın en yüksek biçimi bu satırlarda yatıyor.
Aynı konuda Kemal Okuyan daha kıvrak kalem oynatıyor, demagojinin şahikasını paralıyor: “Türkiye Cumhuriyeti’ni düşman ve gayrı meşru görenlerin uluslararası dengelerin karanlığında kanlı bir stratejiyi hayata geçirme çabalarına seyirci kalınmayacağı” tehdidini savuruyor. Açıklama yıkılması gereken “çürümüş sömürü düzeni” derken aydaki bilinmez bir ülkeden bahsetmiyorsa çürümüş düzen ülkesi Türkiye’dir. Kemal Okuyan bu tespite katılmıyor: “Türkiye, kapitalizm denen barbarlığın, emperyalist projelerin ve emperyalizmin iç çelişkilerinin altında ezilip kaybolmama potansiyeline sahip bölgedeki tek ülkedir.” Açıklamada, “yıkılması gereken çürümüş sömürü düzeni” emperyalizme direnecek bölgenin lider ülkesi oldu. Bunda bir beis yok; Tayyip, Bahçeli ve tüm dinci, faşist odaklar da tam aynı şeyi yırtınarak söylüyor, hatta dünyada lider ülkeyiz, diyorlar.
Demagoji tam budur; Türkiye işlerine geldiğine adı anılmadan yıkılması gereken çürümüş düzen, yerine göre bölgenin emperyalizme direnecek lider ülkesi.
Kemal Okuyan coşa gelmiş yalan ve çamur atmaya devam ediyor: “Türkiye Cumhuriyeti, bugün sermaye egemenliğinin aygıtı olan devletten ibaret değildir. Türkiye Cumhuriyeti AKP iktidarından da ibaret değildir. Türkiye Cumhuriyeti bizim ülkemizdir. Bizim hem yurdumuz hem mücadele alanımızdır. Türkiye Cumhuriyeti ya da Türkiye düşmanlığının anlamı şudur: Benim bu ülkeyi değiştirme iddiam yok, ben bu ülkeden kurtulmak istiyorum! “TKP” bu saçmalığın parçası olmaz. Bu Marksizmin karikatürüdür” Peş peşe kurulan bu cümlelerde neler saçmalanıyor? Burada söylenenler tam olarak demagoji, siyaset cambazlığıdır, geleneksel egemen gerici burjuvazinin ağzıyla konuşmaktır. Kemal Okuyan ve tüm “TKP”lilere sorarlar; Türkiye ve Kürdistan’da devrimci mücadele veren hangi örgüt “Türkiye düşmanlığı” yapıyor? Bu tam olarak Türkiye dinci ve ırkçı egemen sınıfının dilidir: Türk egemenleri iktidar oldukları günden bugüne her türlü muhalefeti vatan ve millet düşmanları ve dış güçlerin uzantısı olarak yaftalarlar. Bugün “TKP” harflerini kullanan bu çevre, aynı ağzı kullanıyor.
“Türkiye Cumhuriyeti, bugün sermaye egemenliğinin aygıtı olan devletten ibaret değildir.” Peki güzel, Marksist geçiniyorsunuz; devlet nedir, cumhuriyet nedir? “Türkiye Cumhuriyeti bizim ülkemizdir. Bizim hem yurdumuz hem mücadele alanımızdır.” Bunlar daha pekiştirici lakırdılar ama bu laflar kime söyleniyor veya kimlere ne mesaj verilmek isteniyor? Devrimci güçlere söyleniyorsa; kim hangi devrimci Türkiye değil de ayda mücadele etmeyi savunuyor. Devamındaki cambazlıkları da soralım, gerçekten kimler; benim bu ülkeyi değiştirme iddiam yok, ben bu ülkeden kurtulmak istiyorum! diyor. Kim istiyorsa arasın devrim iddialı güçlerden böylesi cümle kuran var mı? Bu hayasız bir yalan. Demagoji tam budur; rakip adına cümle kur, sonra bu cümleyle rakibi yere vur.
Şu meşum “Türkiye Düşmanlığı” ne anlama geliyor? Bu kelimeler özenle seçilmiş, dikkat edilsin devlet ve düzen düşmanlığı değil “Türkiye Düşmanlığı”. Devrimci mücadele yürütmek, ne zamandan beri “düşmanlık” oluyor? Bu çamur atmalar, evrensel gerici faşist güçlerin, dünya devrimcilerini suçladıkları dildir. İkinci Enternasyonalcilerin dilidir, bugün emperyalistlerin tüm dünyada devrimcileri şeytanlaştırmak için kullandıkları dildir. Geleneksel Türk gericiliği, devrimcileri “vatan ve millet düşmanları, dış güçlerin uzantısı olarak” suçlar. Devrimci eleştiride bu dil kullanılmaz. Ağzımızdan çıkan sözler bizim ideolojimizi, kimliğimizi ve safımızı tam olarak tarif eder. Açıklama bu partinin ve parti sekreterinin safını her şeyden çok ele veriyor.
Gerici, egemen jargon daha belirginleştirilmiş olarak karar bildiriyor: “Türkiye Cumhuriyeti’ni düşman ve gayrı meşru görenlerin uluslararası dengelerin karanlığında kanlı bir stratejiyi hayata geçirme çabalarına seyirci kalınmayacağını” ilan ediyor. Burada dikkat çeken “karanlık” kelimesi; egemenlerin düzen muhaliflerine karşı kullandıkları en çok sevdiği yaftalamadır. Hiçbir sakınca duymadan, haddini aşarak, tüm devrimci muhalefeti en kirli egemen üslupla, dış güçlerin “karanlık” uzantıları olarak pervasızca suçluyor. Suçlamakla yetinmiyor, üstü kapalı tehdit ediyor. Seyirci kalmayacağız, dediğinize göre bir şeyler yapmanız gerekir. Devletinizi savunacaksınız, tamam ama devletinizin 40 yıldır bütün gücüyle yok edemediği Türkiye devrimci güçlerine ve Kürdistan özgürlük hareketine karşı, siz fazladan ne yapacaksınız? Devletiniz uzun zamandır, yalnız siyasi sınırlarının içinde değil, sınır dışında yaşayan tüm Kürt varlığını yok etmek için saldırıyor, siz orduya asker mi yazılacaksınız?
Lenin devlet düşmanı komünistlerin başında gelir, en devlet düşmanı ve devlet yıkıcı devrimci Lenin’dir ve Çarlık bürokrasisinden öteye tüm dünya burjuvazisi Lenin’i en büyük devlet yıkıcısı olarak lanetler ve Lenin bu eleştiriyi gururla kabul eder.
Aynı tartışma, aynı kelimeler, aynı argümanlar ve aynı mantıkla Rusya’da Şubat Devriminden hemen sonra Ekim Devrimine kadar, hatta sonrasında da bir dönem tartışma devam etti. Tartışma Şubat Devrimi ilan edildikten sonra, Lenin Rusya’ya dönüp “çürümüş” düzeni yıkacağını ilan eder etmez başladı. Açın bakın tartışmalara, Lenin çürümüş düzeni yıkacağını ilan ettiğinde Menşevikler, Bolşeviklere yakın duran aydınlar, Bolşevik Partisinin merkez komitesindeki sallantılı unsurlar koro halinde; bunun “Rusya’nın mahfına” sebep olacağını ve “Rusya Düşmanlığı” olduğunu söylediler. Tıpkı Kemal Okuyan’ın kullandığı “karanlık odak” gibi, onlar da Lenin’i Alman ajanı ilan ettiler. Devrim gerçekleştiğinde de Çarlık ve burjuvaziyle birlikte, sosyalist devrime karşı silaha sarıldılar. Bunlar, Kemal Okuyanların yürüyeceği yolu gösteriyor.
SMF’li dostlarımızı uyarıyoruz!
Sol ve muhalif geniş mahallemizden, bu ve benzeri tüm demagog çevreler tecrit edilmelidir, bu zorunlu bir görevdir. Bu demagoglar, 5. kol rolü oynuyor. Bugüne kadar bu çevreyi uyarmak için tok devrimci eleştiriler yaptık, artık tam olarak teşhir edilmeleri zorunludur. Biz çıkışlarından bugüne, ne eksik ne fazla yaptıklarını ve söylediklerini teşhir etmeye devam edeceğiz. Bu yazı asıl olarak SMF’li dostlarımızı uyarmak için yazılmıştır.
SMF’li dostlarımızı, kesinlikle bu demagog çevreyle aynılaştırmıyoruz, siper yoldaşlarımız olarak görüyoruz ve bu devlet savunucularıyla ilişkilerini şiddetle eleştiriyoruz. Ama bu demagoglarla uzun yıllardır sürdürdükleri ilişkilerini daha da güçlendiriyorlar. Hem devrimci direnişçi saflardalar hem devlet savunucularıyla ilişkililer. Son yerel seçimler düzleminde, bu ilişkiler daha sıkı fıkı bir hal aldı. Şimdiye kadar SMF, Kürt gerilla ataklarına karşı bu çevrenin yayınladığı devlet savunucusu, sosyal şoven manifesto hakkında bir görüş bildirmedi. Açık olarak soruyoruz; bu sosyal şoven manifesto için ne diyorsunuz ve devlet korucularıyla seçim iş birliğiniz devam edecek mi?
Gene aynılaştırmıyoruz, ama son gerilla atakları için Halkın Günlüğü gazetesinde yazılanları bir dil sürçmesi veya çeşitli sorunlar üzerinde içten içe süren tartışmalar arasında, bir bireysel savruluş olarak anlamak istiyoruz. Halkın Günlüğü’ndeki, “Yerel Seçimler Sürecinde Kritik Gelişmeler ve Olasılıklar”[1] başlıklı makalede, Kürt gerilla eylemleri için yapılan değerlendirmeler, yalnızca yanlış değil, bu geleneğin kendi temel tezlerini ve stratejik hattını sorgulama, hatta inkara yönelik bir yol ayrımına kapı açıyor. Ayrıca devrimci bir açıklıkla görüşlerini savunmuyor, başkalarını konuşturuyor ve onlar üzerinden görüş oluşturuyor.
Bu makalede şunlar yazılıyor:“Tam da seçim tarihi yaklaşmışken, dikkat çekici biçimde, Türk milliyetçiliğini hortlatarak ırkçı-faşist dalgayı körükleyip kabartmaya yarayacak veya iktidarın manipüle ederek kullanması kesin olan, aynı zamanda toplumda iktidar lehine işlemek üzere sarsıcı etki yaratan sansasyonel askeri eylem esasta zamansız olarak gündeme geldi.” Bu değerlendirme, direniş çizgisini savunan bir siyaset için oldukça vahim. Burada söylenenler, devrimci araç ve mücadele tarzlarına karşı geleneksel reformistlerin amentüsüdür. Daha önemlisi, hemen her seçim öncesi reformist ve sol Kemalist sosyal şoven camianın tekerledikleri vaazlardır. Yazar da farkında, bunu gidermek için şu eklemeyi yapıyor: “Eylemin askeri açıdan son derece başarılı ve ciddi olduğu aşikar ama zamanlama açısından tartışmalı bir durum söz konusu ki, bu eylemi gerçekleştiren güç açısından değil fakat iktidar açısından bir muammadır.” Yazarın kafası karışık; hem çok başarılı bir eylem demek zorunda kalıyor, hem de ardından zamanlama açısından tartışmalı, iktidar açısından “muamma”dır, diyor. Zamanlama açısından eleştiri anlaşılıyor ama iktidar açısından hangi anlamda “muamma”; burası, okuyucu açısından da “muamma” olarak kalıyor. Devlet bile isteye boşluk bıraktı, böyle bir eylemin kitlelerin ırkçı-şoven duygularını coşturacağını hesap ederek ve bunu seçim kampanyasına benzin yapmak için göz yumdu vb. mi denmek isteniyor? Gerçekten burada yazılanlarla ne denmek isteniyor, bizim için de “muamma”. Ama yazar, neyi ima ettiğinin ipuçlarını veriyor.
Devam edelim. Aşağıya taşıdığımız bölüm ise daha vahim ve sürecin devrimci değerlendirmesinden oldukça uzak: “Eylemin zamanlaması bir rastlantı mıdır, yoksa iktidarın seçimleri kazanma uğruna toplumu provoke etmek için planlı olarak zemin sunduğu bir gelişme midir” sorusu spekülatif de olsa, yabana atılır bir tartışma değildir. Erdoğan-AKP iktidarının her kritik seçim öncesi çatışma ve savaş tercihini devreye sokması bu spekülatif olasılığı güçlendirmektedir…” Yukarıda muamma olarak ifade ettiğini, burada açıyor; Türkiye solunun silahlı mücadele ile arasına mesafe koyan bölüğünün böylesi eylemler sonrası durduğu pozisyona benzer bir tarzda değerlendirmesini derinleştiriyor. Yazar, gerillanın başarılı devrimci atakları için, “iktidarın seçimleri kazanma uğruna toplumu provoke etmek için planlı olarak zemin sunduğu bir gelişme midir” sorusunu yabana atmadığını belirterek, “spekülatif de” olsa soruyor. Bu soruyu sürekli olarak burjuva TV’lerini şenlendiren reformistler soruyor ve altında, yanında bir bit yeniği olduğunu, hatta Tayyip’le zımmi anlaşmalı veya bizzat istihbaratın açık vererek önünü açtığı eylemler diye yaftalıyorlar. Bunlar tutmazsa, bu sefer de mutlaka dış bir büyük gücün işi olarak beyinlere çakıyorlar. Beyinlere çaktıkları şudur; Kürtler veya devrimciler acizdir, devletin karşısında duramaz, devletle baş etmek bir yana fiske bile vuramazlar. Bu zevat, böylesi devrimci eylemler sonrası, analiz diye sundukları laf salatalarıyla, bu fikri kitlelerde pekiştirmek istiyor. Bütün bunlar anlaşılır, onlar görevlerini yapıyorlar. Soldan da ideolojileri gereği (devrim iddiasının olmaması ve silahlı mücadeleye kat-i suretle karşı çıkmaları nedeniyle) bu soruları soranlar olabilir, ama her görüş açıkladığında MLM çizgisinde olduklarını iddia edenlerin, aynı hakkı olamaz.
SMF saflarında ve yayınlarında içten içe, örtük bir tartışmanın sürdüğü anlaşılıyor. Geniş açılımlarla ve dolambaçlı olarak yasal ve yasa dışı mücadele ilişkisi ve taktikleri tartışılıyor, devrim savaşında devrimci şiddet ve silahlı mücadelenin taktikleri tartışılıyor. Bunları tartışmakta bir beis yok, ama uzun zamandır devrimci mücadelenin bu temel sorunları, en çok seçimler ve seçimlerde tavır üzerinden tartışılıyor. Bu, sorunu tersten ele almaktır; devrim stratejisinde seçimler ve meşru mücadelenin yeri ve rolünü tartışmak doğrudur, ama devrim stratejisini seçimler ve meşru açık görevlere uyarlama üzerine tartışma yanlıştır. Bir başka yanlış, tartışmaların açık değil üstü örtük yürütülmesidir. Uzun zaman seçimlere takılı, üstü örtük tartışmalar, kadro ve taraftarların devrimci kararlılığını törpüler, kafa karışıklığını artırır. Devrimci komünist güçlerin her bir kanadının sorunları, tüm devrimci komünistlerin ortak sorunlarıdır. Bizim tüm sorunlarımız, devrimci direniş güçlerine açıktır. Biz de tüm devrimci komünist müfrezelerin tartışmasında tarafızdır.
Son söz olarak SMF’li dostlarımıza şunu hatırlatmak istiyoruz; MLM çizgisi veya MLM’nin yolu Kadıköy’den geçmez, TC savunucusu sosyal şovenlerle ittifaktan hiç geçmez. (MEHMET GÜNEŞ - KOMÜN DERGİ)
[1]https://gazetepatika22.com/yerel-secimler-surecinde-kritik-gelismeler-ve-olasiliklar-148808.html
Hiç yorum yok